26 Haziran 2009 Cuma

Aksiyon, Re-aksiyon // Anadolu Üniversitesi Mezuniyet Töreni

Zaman ne kadar hızlı geçiyor. Mezuniyet töreni tartışmasını "çıkaralı" neredeyse 1 hafta olmak üzere. Diğer yandan Anadolu Üniversitesinin bir elemanı olalı da 8 yıl oldu. 8 yıldır bu okulda olmaktan çok mutluyum. Bunun pekçok nedeni var hepsini sayamayacağım. Aklıma gelenleri düzensiz olarak sıralamam gerekirse öncelikle; Anadolu Üniversitesi'nde eğitim, okul, öğrenci, teknik techizat, eğitim malzemesi, sınav, dersler, çalıştay, konferans, seminer, panel, festival, vb. söz konusu olduğunda hiç bir masraftan kaçınılmaz. Bu üniversite 50 yıldır inançla, inatla çalışmakta, masasından, kapısına aklınıza gelecek herşeyi kendi atölyelerinde üretmekte, dünyanın sayılı güvenilir sınav organizasyonlarından birini her yıl defalarca düzenlemekte. Teknolojiyi yakından takip etmekte. Nano teknoloji laboratuvarından, uçuş simülatörlerine, bilgisayardan, kamerasına, yazılımdan, donanıma aklınıza gelen her alanda. Kendi bölümümden örnek vereyim; grafik tasarım bölümünden mezun olan öğrencilerimiz, reklam ajanslarına gittiklerinde okulda kullandıkları mac'lerini arıyorlar. Benzer durum diğer bölümler için de geçerli tahmin edersiniz ki.

Nerede kalmıştık? Yorucu bir dönem daha sona erdi. Öğrenciler gitti, kampüs tamamen bize ait. Çok mutluyuz. Bir dönem öğrenci daha mezun oldu. Her yıl oluyorlar zaten. Her yıl, içlerinden bazıları Haziran ayındaki mezuniyet törenine katılıyorlar. Bizim için rutin. Ancak onlar için öyle değil. Bahar döneminin sonlarında, çimenlerin vahşi çağrısına kulak vermiş öğrencilerimiz bu yılki mezuniyet konserini kimin vereceğini konuşmaya başlılarlar. Tahminler, dilekler, fısıltılar...



Mezuniyet töreni ciddi bir özveri ve titizlikle hazırlanıyor her yıl. Ne de olsa yıllarca çocuklarından ayrı kalmış, binbir güçlükle mücadele ederek onların eğitimine ellerinden geldiğince destek olmuş aileleri ağırlamak söz konusu. Hal böyle olunca hazırlıklar aylarca öncesinden başlıyor. Törene son 3 hafta kaldığı zamanı ise tahmin etmek çok zor değil. Rektörlük, Fakülteler, Yüksekokullar, Konservatuvar, Halkla İlişkiler, Grafik Tasarım Ofisi, Televizyon, İdari işler, Mali işler, Satın alma, Genel Sekreterlik, Atölyeler, Basımevi, Güvenlik yüzlerce (sayıyla 100lerce) insan tek bir geceye odaklanıyor. O kadar ki bu insanlar artık rüyalarında sorun çözer hale geliyorlar.

İşte böyle hazırlanılmış bir mezuniyet töreninde bizim bilimsel araştırma projesi için çekim yapıyordum. Stadyumun bir ucunda öğrencilerin stadyuma girişini, ailelerini selamlamalarını görüntülerken aniden dolu yağmaya başladı. Herkes şaşırdı tabi. ilk aklıma gelen kamerayı çantaya atıp güvene almak ve kapalıya doğru koşmak oldu. Koşarken medya merkezi ve halkla ilişkiler için çekim yapan hoca, öğrenci işçi kim varsa kameralarını tshirtlerinin altında korumaya alıp koştuklarını, ellerinde şeffaf naylonlar herkesin bir yerleri kapatmaya çalıştıklarını farkettim. Halimize bakıp gülüyorduk tabi bir yandan da. Dışarıdan gelen basın mensupları da aynı durumdalardı. Tören devam etti. 10 dakikalık yağmurun ardından şemsiyeler kapandı, kameralardan şeffaf naylonlar çıkarıldı. Program aksamadan sürdü, konuşmalar, meksika dalgaları yapıldı, bayraklar açıldı, diplomalar dağıtıldı, kepler fırlatıldı, perendeler atıldı, ağlayanlar birbirine sarıldı, hocalarla anı fotoğrafları çekildi, Ve çocuklar koşarak sahnenin önündeki yerlerini aldılar. Ancak konser başlamadı. Bir süre sonra öğrencilerden protesto sesleri, alkışlar yükseldi, kesildi sonra. Biraz daha geçti biraz daha bağrıştılar. Yine sustular. Yarım saatlik beklemeden sonra "konser 15 dakika sonra başlayacak arkadaşlar" diye anons yapıldı. 15 dakika geçti, konser başlamadı. Ve son bir anons daha yapıldı, konser iptal edilmişti. Kulaklarımıza inanamadık, herhangi bir teknik sorunu bu kadar sürede çözememiş olamazdık. Öğrendik ki Nil Karaibrahimgil stadyuma gelmemiş henüz. Bunun üzerine konser iptal edilmiş. O ana kadar tek beklediğim kendisi sahneye çıktığında birkaç fotoğrafını çekip, friend feed'e atmaktı. Tam tersi oldu. Konserin iptal haberini paylaştım.



Ertesi gün toplantıdan sonra ff'e göz attığımda şenlik çoktan başlamıştı. Konserin iptali ile ilgili girdiğim yazıya duyan gelmişti. Ki bunlardan biri kendisini kaybetmiş bir halde hakaretler yağdırıp şuursuzca saldıran menejer, H. Ergin Nasuhoğlu idi. Seviyesiz, sığ düşünceli, cahil biri olarak zırvalamıştım! Bu yazıyı kaldırmazsam beni dava edecekti. Hatta öğrencilerimi dolduruşa getirmiştim bu yazıyı yazarak.

Kendisine "öğrencileri, mezunları demek istedim çok hafife aldığını, onları kolayca dolduruşa gelecek, gaz verildiğinde önüne geleni yakıp yıkacak, beyni yıkanmış topluluklar olarak değil, fikri hür, vicdanı hür bireyler olarak yetiştirme motivasyonunda olduğumuzu, haddini bilmesi gerektiğini" söyledim. Bu yazı 30.000 kişiyi 45 dakika bekletip, o gün mezun olan öğrencilerimizin sevinçlerinin, çoşkularının yarım kalmasına olan kızgınlığımın ifadesiydi. Ancak nafile, kendisi sözleşmeden, eşkiyalardan, hukuk devletinden söz edip hakaretler yağdırmaya devam etti. (Yakın zamanda kendisiyle haberleşeceğiz, ayrıca ortak tanıdıklarımız aracılığıyla da hoş bir sohbetimiz olacak, tanışmak için can atıyorum)


Yorumlar havada uçuşuyordu, ekran arkasından koskoca üniversiteyi açıklama yapmaya çağıran mı ararsınız? Fırsat bulmuşken engin teknik bilgilerini konuşturan mı? Pek sayın menejerin akla hayale sığmayan açıklamalarına inanıp, (sanki noter huzurunda yazmıştı oraya) arka çıkanlar mı? Kimine kahkahalarla gülüp kiminde gözlerime inanamıyordum. Bir yandan da menejerin bu saldırgan tavrının arkasında ne olduğunu öğrenmek için can atıyordum doğrusu.

Bu arada kendilerine vermedikleri önemi bir başkasına atfetmiş, hayatlarının merkezine oturtmuş, ne pahasına olursa olsun, can siparane savunan, okuduğunu anlamaktan aciz küçük amerikamın kayıp fanları çıkageldi yorumlarıyla. Nil'in sahne performansından tutun bu yazının bir (anti)karalama kampanyası olduğunu, meyve veren ağacı taşladığımı (nil oluyor bu) yazanlara kadar. Doğrusu çok acıklı bir manzaraydı bu. Çok üzücü bir tecrübeydi bu insanların varlığından haberdar olmak.



Her kötü tecrübede olduğu gibi iyi yanları da vardı elbette. Denizciğime itafen onları maddeliyorum.

1. Öncelikle Friend feed'de hangi ismin arkasında kim duruyor bunu görme fırsatı oldu herkes için (bazıları zaten biliniyordu, onlar tescillendi).

2. Öğrencilerime sesleniyorum; "Ey Türk Gençliği!" sizsiniz! diğerlerini gördünüz. işiniz çok zor belli ki. ancak siz gerçekten bunlarla başedecek donanıma sahipsiniz. Bunu ben de birkez daha farkettim.

3. Boş kabukların üstünü olur olmaz ünvanlarla boyayıp kendilerine olmayan değerleri atfedenlerin neyi neden yaptıkları kısa sürede ortaya çıkıyor.

4. Bütün olumsuzluk ve ümitsizliklere rağmen, bu ülkede hala aklı başında, okuduğunu anlayan, demogojiyle gerçeği ayırt edebilen, analiz yeteneğine sahip insanlar var. Hepinizi seviyorum. Çoğunuz biliyorsunuz zaten.

Olayın iç yüzüne gelince;

1. Dolu ve ardından yağmur yağarken konser ekibi ekipmanlar yerine kendilerini korumaya almayı tercih etmişler.

2. Ekipmanlarla ilgili sorun konserden hemen önce farkedilmiş. Çözüm istenmemiş.

3. Konser ekibi 45 dakikanın sonunda "tamam biz hazırız konsere" diye haber göndermişler yönetime

4. Buyrun başlayın dendiğinde ise Nil Karaibrahimgil'in stadyumda değil, yolda olduğu bilgisini vermişler :)

Sonuçta; Türkiye'de sahneye çıkan insanların, şarkıcıların PR bilgisi yüksek imaj danışmanlarına ihtiyacı vardır. Hasbel kader kurulmuş ekipler büyük dertler açma potansiyelindedir. İletişim önemlidir. Kelime anlamının muhteviyatından daha fazla önem arz etmektedir hatta. Sosyal medya önemlidir. Birileri kötüye kullanmaya kalksa bile kısa sürede ortaya çıkıyor foyaları zira.

4. maddemiz bize sayın H. Ergin Nasuhoğlu'nun saldırganlığının arkasındaki nedeni açıklamakta. Ne kadar eğlenceli değil mi? Haksızsan saldır, bağır, çağır, tehdit et ki karşındakini sindirebilesin. Böylece sahne arkası (lobi de diyebiliriz) detaylar ortaya çıkmasın.

FF'deki yorumlarda sayın menejer, web sitesi açıklamasında sayın Nil Karaibrahimgil, teknik sorun çözülmese bile gitarıyla çıplak sesle konseri vermek istediğini beyan etmişlerdi.
Şimdi soru geliyor; Konser saatini 45 dakika geçtiği halde konser alanında olmadan nasıl yapacaktınız bunu?



Konser saatini 45 dakika geçtiği halde Nil Karaibrahimgil'in stadyumda olmadığını öğrenen yönetim, ücreti ödenmiş olan konseri iptal etme kararı almıştır. Haklı olarak. Bu kararı bu blogtan bir kez daha alkışlıyorum. Bu okulda bu kadar çok severek çalışmamın nedenlerinden biri bu mantalitenin ta kendisidir zira. Bu okul, bu ruhla büyük başarılara imza atmaya devam edecek. Çünkü hiçbir şöhreti, saygısızlıkların kılıfı olarak kabul edip alkışlamıyoruz.

Bu konser mezunlara ve ailelerine küçük bir armağandı. Siz ne kadar büyük, ne kadar başarılı, ne kadar olağanüstü olursanız olunuz; 30.000 kişiyi, bir üniversiteyi, mezunları bu kadar hafife almamalısınız. Konser saatinden yarım saat önce bile gelseydiniz, sizi stadyumda umduğunuzdan daha iyi ağırlardık, hiç şüpheniz olmasın. Aksini düşünen menejer bile olsa öğrencilerin mezuniyet gecelerinin yarım kalmasının müsebbibi konseri verecek olan kişidir. Kimse detayları bilmek durumda değil. Ki siz zaten bunların farkında olduğunuzu açıkladınız. Ancak biraz geç kaldınız...

1 yorum:

Doruk dedi ki...

İnsanımızın haklıya karşı çıkmaya bu kadar hazır ve tetikte olması çok üzücü.